Hayatı bir Roman olan; NKA FEDARASYONU’na bağlı 6.Dan siyah kuşak (Karate/Kyokushinkai/Kick Boxing/Zelfverdediging ) hocası MEHMET GÜÇYETMEZ
“ Avrupa’ya gelirken daha sakallarım dahi çıkmamıştı şimdi burada emekliliğimi bekliyorum. ” Avrupa’ya çalışmaya gelen ve birinci nesil dediğimiz; dedelerimiz, ninelerimiz, babalarımız ve de diğerleri artık bizi teker teker terk ediyorlar… Kendileri birer canlı tarih olan bu insanlarımızın gurbet serüvenini kendi ağzından dinleyelim.
Mehmet Güçyetmez kimdir? Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
1947 yılının mayıs ayında Gaziantep’in Yazıcık mahallesinde doğmuşum. Biz 7 kardeştik. Babam inşaat ustasıydı. Bir evi temelinden tutunda çatısına kadar kendisi yapardı. Eskiden öyle mimarlık büroları filan yoktu. Beni kendi yanında çalıştırmadı, küçük yaşta (saraç) köşker yanına çırak verdi. Çalıştığım dükkan Antep’in Gaziler caddesinde idi. Her sabah güneş doğmadan gider dükkanı açardım. Bu arada ilkokulu dışardan bitirdim. Dört yıl burada çalıştıktan sonra 1962 yılında İstanbul’a gittim. Önce Beyoğlu’nda sonra bir yıla yakın Çarşıkapı’daki kundura imalathanesinde çalıştım. Daha sonra tekrar Antep’e geri döndüm. Bu sırada ayakkabı ustası olarak İş ve İşçi Kurumuna kayıt yaptırmıştım yurt dışına gitmek için. Hiç unutmam; en büyük ağabeyim bir cuma öğleden sonra elinde bir mektupla iş hanına geldi. “ Mehmet, yurt dışına isteğin çıktı, çağırıyorlar imtahana ” dedi. 1965 yılının eylül ayında Antep’ten 35 kişi bir otobüse binip Ankara’ya gittik. 14 gün Ankara’da kalıp muayane olduk. 17 kişi çürüğe çıktı, onları geri gönderdiler. Bana da, “ Ayakkabıcı olarak istek yok ama vasıfsız işçi olarak Hollanda’ya gitmek ister misin? ” dediler. Tabii bende, “ Evet ” dedim.
Avrupa’ya gelirken daha sakallarım dahi çıkmamıştı şimdi burada emekliliğimi bekliyorum. Avrupa’ya kaç yılında ve nasıl geldiniz? Detaylı olarak anlatır mısınız?
Gerekli kanuni evrakları tamamladıktan sonra 1965’in ekim ayında Hollanda’ya geldim. Bizi Schiphol havaalanında bir tercümanla fabrikanın şefi karşıladı. Orada bize coca-cola ikram ettiler. O güne kadar hiç kola içmemiştik. Heyetteki arkadaşların bazıları içmek istemedi. İçinde domuz yağı olabilir dediler. Tercümanda; “ Rahatlıkla içebilirsiniz bu bir çeşit limonata ” dedi. Sonra bizi bir minibüse bindirip Rotterdam’a getirdiler. Van Nelle Sigara Fabrikasının sakız bölümünde işe başladım. Bu arada fabrikanın Heemraadssingel’de kiralamış olduğu pansiyona yerleştirdiler. Pansiyonda 80 kişiydik. Benim odamdaki altlı üstlü ranzalarda tam 12 kişi kalıyorduk. Sabah otobüsler gelip bizi fabrikaya götürüyor akşam geri pansiyona getiriyordu.
Hollanda’ya gelince neler dikkatinizi çekti?
Daha önce söylediğim gibi havaalanından direk Rotterdam’a geldim. İlk dikkatimi çeken şey Hollanda’ya hiç durmadan yağmur yağmasıydı. Arkadaşlar arasında « Böyle giderse Hollanda’yı sel götürecek biz de sürüklenip gitmeyelim » diye şakalaşıyorduk. Sonradan öğrendim ki Hollanda’nın üçte biri deniz seviyesinden düşükmüş. Hatta Rotterdam’ın Alexanderpolder semti deniz seviyesinden 19 m daha aşağıdaymış.
Kafanızda ki Hollanda ile gelince karşılaştığınız Hollanda arasında fark neler oldu?
Türkiye’de iken Hollandalıları bilmezdim ama buraya gelince gördüm ki çok girişken insanlar ama kültürleri, örf adetleri çok değişik. Randevusuz ne bir Hollandalı komşuna yada mesai arkadaşının yanına gidemezsin. Lisan yönünden ne tür zorluklar çektiniz. Başınızdan geçen bir olayı anlatır mısınız ?
Geldiğimizde Hollandaca hiç bilmiyorduk. Şimdiki gibi öyle Hollandaca kurs veren okullarda yoktu. Önceleri işyerinde çalıştığımız Hollandalılardan çat pat bir şeyler öğrenmeye çalıştık. Bir şey olursa fabrikanın tercümanı Orhan İnci’ye soruyorduk. Bir gün Hollandalıların gittiği bir kurs yeri olduğunu öğrendim. Üniversiteye bağlı dil kurslarının verildiği bu yere ben de haftada iki akşam gitmeye başladım. Ama kurstan hiç bir şey anlamıyordum. Dilimin yettiği kadar bana özel kurs vermelerini söyledim. « Olmaz » dediler. Bu sırada kursta tanıştığım bazı kişiler bana yardım etmeye başladılar. Anlayacağınız kendi imkanlarımla Hollandacayı öğrendim. Bu arada başımdan geçen bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. İlk geldiğimizde pansiyonun aşçısı Hollandalıydı ve sadece akşamları yemek veriyordu. Sabahları reçel ekmek yiyorduk, öğle azığımıza da reçel ekmek koyuyordu. Aşçının yapmış olduğu sulu yemeklerin içerisinde hep et vardı. Domuz eti olup olmadığını soruyorduk o da kızarak bir şeyler söylüyordu biz de eti yemeyip döküyorduk. Bir gün Elazığlı bir arkadaş « Haydi… ! Polise gidelim » dedi. Dört arkadaş yemekleri alıp karakola gittik. El kol hareketiyle yemeklerde domuz eti olup olmadığını anlatmaya çalıştık. Polisler bizi anlamıyor biz polisleri anlamıyorduk. Sonunda bir tercüman geldi iş anlaşıldı. Daha sonra Hollandalı aşçıyı çıkartıp pansiyona Türk aşçı aldılar.
İlk zamanlar Türkiye ile kontağınız nasıldı ? Ne ile izine gidip gelirdiniz ?
Bu günkü gibi cep telefonu, renkli televizyon, internet yoktu. Türkiye ile mektupla haberleşiyorduk. Yıllık izinlerimize ise hep arabayla gidip gelirdik. Valizler dolusu hediyelik eşya götürdüğümüz için uçakla yolculuk yapmak pek itibarlı değildi. Geldiğiniz ilk yıllarda sosyal-kültürel yaşam nasıldı ?
Bir Rotterdam Başkonsolosluğunu biliyorduk. Devlet sosyal, kültürel ve dini açıdan hiç bir tedbir almamıştı. İlk yıllarda cami olmadığı için bayram namazlarını toplu olarak ya DE DOELEN’da (Kültür Merkezi) yada fabrika havlusunda kılıyorduk. Bu günkü gibi sosyal yardım dernekleri filan yoktu herkes kendi işini kendi halletmeye çalışıyordu. Fabrikada bir yıl çalıştıktan sonra çıktım daha çok maaş veriyor diye inşaat işine girdim. İki sene inşaatta çalıştım. Bu arada akşam kaynakçılık kurslarına gittim ve sertifikamı aldım. Bunları hep kendi imkanlarımla yaptım. Daha sonra inşaattan ayrılıp R’dam Droogdok gemi fabrikasına kaynakçı olarak girdim ve burada 16 sene çalıştım.
Ne zaman aile birleşimi yaptınız ? Kaç çocuğunuz var ? Çocuklarınız Hollanda’da ne durumdalar ? Sizce başarılı oldular mı ? Eğitim seviyeleri nedir ?
Ben buraya çok genç yaşta gelmiştim. Önce askere gidip geldim. 1974 yılında Türkiye’de evlenip eşimi getirdim. Üç kız bir oğlan dört çocuğum var. Allaha çok şükür hepside okuyup bir meslek sahibi oldular. Büyük kızım havaalanındaki gümrükte çalışıyor. Ortancı kızım ekonomiyi bitirip mali müşavir oldu. Küçük kızım tıp fakültesinde (Leiden) okuyor. Oğlum ise hukuk fakültesini bitirdi halen Erasmus Üniversitesinde mastır yapıyor.
Ne zaman burada ‘Hollanda’da’ kalıcı olduğunuz anladınız ? Bundan sonra ki yaşamınız için ne düşünüyorsunuz ?
Ne zaman ki torunlarım doğdu tamam dedim artık gidici değil kalıcıyız. Çünkü artık Hollanda’ya kök saldık. Artık emeklilikten sonra altı ay Türkiye’de altı ay burada kalırız. Spora başlamanız ne zaman ve nasıl oldu ?
Türkiye’de güreşe meraklıydım. Kunduracı yanında çalışırken handaki diğer gençlerle baklavasına güreşe tutuşurduk hep ben yenerdim. Hollanda’ya gelince önce güreş okulu aradım. Bir tane Yunanlıların Grekromen Stili güreş okulu vardı oraya gittim. Bana Türk olduğum için yüz vermediler çünkü o zaman Kıbrıs meselesinden dolayı aramız pek iyi değildi. Televizyonda Karate filmleri oynuyordu bende merak edip 1971 yılında karate okuluna gittim. Şu anki Avrupa Karate Federasyonu başkanı olan Loek Hollander’ın okuluydu.
Karate hocası ne zaman oldunuz ? Kaçıncı DAN’a kadar yükseldiniz ? Ne tür beklentileriniz vardı, bunları gerçekleştirebildiniz mi ?
Karate öğretmeni olmak öyle pek kolay değil. Önce karateci diploması alıp en az 2-3 Dan’a yükselmek lazım. Ben şu an siyah kuşak 6. DAN’ım. Bir yıla yakın Utrecht’de beynelminel Spor Hocası kurslarına katıldım, imtahan olup diplomasını aldım. Daha sonra EHBO kursunu bitirdim. Twello daki Johan Bloem’a serbest döğüş (vijheid) için altı ay cumartesi-pazar günü gidip geldim. Buradan da diploma aldıktan sonra karate federasyonuna müracaat ettim. 1984 den beri Karate/Kick Boxing dersi veriyorum. Öğrencilerimle Hollanda adına her yıl uluslar arası turnuvalara katılıyoruz. Bu sene Almanya, Belçika ve Fransa’da katılmış olduğumuz turnuvalarda bir çok ödül aldık. Bu da beni mutlu ediyor.
Sayın Güçyetmez günümüz gençlerine neler önerirsiniz ?
Zamanı iyi değerlendirsinler. « Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur » bütün gençlere spor yapmalarını öneriyorum. Zararlı şeylerden uzak dursunlar. En önemlisi ise okusunlar.
Röportaj: Mustafa Toga / 2007 Foto: Melek Tatar
Bugün 1006283 ziyaretçi (2647132 klik) kişi burdaydı!
“TogaMedya doğru, dürüst, şeffaf gazetecilik”
TÜRKİYE
<
Toga Medya Editörü / Wie is de editor van TogaMedya